Tasavvuf

Günümüzde tasavvufa gönül veren ve bu konuya muhabbeti olan kişiler iyi niyetli olarak sevgi ve saygı beslediği gibi gerek ehl-i tasavvufu ve gerekse icraatlarını ilgi ile takip edip tasavvuf konusunda araştırma yaparak bilgi sâhibi olmaya çalışmaktadırlar. Her konuda olduğu gibi tasavvuf konusunda da, dünya düşünce ve menfaatlerine uygun söylem ve davranış içinde olanlara önce tasavvuf nedir onu öğretmek gerekmektedir.

Tasavvuf; “Kalbin, kötü ahlak ve düşüncelerden temizlenerek, Allah’a (c.c.) kulluk için dünya hırs ve heveslerinden arınması, temiz bir kalb ile Allah’a (c.c.) yönelmesi” dir. Nefsi emmâre sıfatından kurtulamamış fakat kendini ehl-i tasavvuf sayan niceleri bu işe gönül verenleri toplum gözünden düşürecek hatâlı davranışlarda bulunmaktadır.

Tasavvuf bir gönül terbiyesidir. Gönül, insanda bulunduğuna göre tasavvufun konusu insandır ve gâyesi de onu kalbî yönden eğiterek, olgunlaştırarak kemâl derecesine ulaştırmaktır. Tasavvuf, insanın mânen yükselerek, Allah’a (c.c.) olan muhabbetin ziyâdeleşmesini, rûhî incelik ve zevklere, güzel duygulara kavuşmasını sağlayan bir sistem, bir hayat tarzıdır.

Tasavvuf, dünyânın kötü yönlerini sık sık dile getirerek mürid için tehlikeli taraflarına işâret eder. Fânî hayattan sonra gelecek olan ebedî hayata değer vererek vahdete ulaşabilmek için kesretten, mâsivâdan uzaklaşılması gereği üzerinde durur.

Tasavvuf ehline, fânî hayatta çekilen zahmetler neticesinde ebedî bir saadetin, gerçek sevgiliye kavuşmanın (vasl-ı dîdâr) haberini verir. Hak âşığının, “ehl-i tevhid” olanların kibirle işleri olmaz. Onlar için “miskinlik”, alçak gönüllülük önemlidir. Yol erlerinin tek arzusu Hakk’a kavuşmaktır. Onların tek isteği Hakk’ın rızâsını elde etmektir. Tasavvuf ehli, ne dünya lezzetlerine heves ederler ne de âhirette cennete tâlip olurlar. Onlar sâdece “dost didârının sevdasına düşmüşlerdir. Vahdete ulaşmak için dünya hevesinden, mâsivâdan vaz geçilmelidir. Tasavvuf ehli, bu kesret (çokluk) içinde vahdeti görüp ona ulaşmak ister. Mâsivâ, Allah’tan (c.c.) başka her şey anlamındadır. Hak âşığı, gönlünde Allah (c.c.) aşkından başka şeylere yer vermez. Gönlünden dünya kirini, mâsivâ pasını siler, gamı kederi giderir. Mâsivâ, fânidir, bekâsı yoktur. Hakk’a mürid olan, elini eteğini dünyâdan ve dünya ehlinden çeker. Bâki olan Hakk’tır. Âşık, mâsivânın bu yönünü fark ederek onu terk edip, Hakk’a yönelerek ebedi hayata ulaşmalıdır.

Tasavvufta, zikir, tefekkür, tezekkür, zühd, sohbet ve hizmet gibi usuller tüm yaşamın merkezini oluşturur. Tasavvuf ilm-i kal değil ilm-i hâldir. Yâni tasavvuf sözle değil yaşama ve pratik etmekle öğrenilir. Tasavvuf kişiyi, kitaba ve sünnete yapışmasını sağlar, bid’at ve hurâfelerden uzaklaştırır. Ehl-i tasavvufun zâhiri de şerîattır, bâtını da şerîattır. Tarikat, şerîatın ta kendisidir. Kur’an ve sünnetin ruhundan ve onların asli unsurlarından tâviz vermez.

Hayatın bu şekilde programlanmasına “zühd” böyle yaşayan kimseye de “zâhid” denir.
Böyle bir yaşam biçimini bir ömür boyu sürdürebilmek kolay değildir. Büyük bir mücâdele ister. Mânevî bir ruh disiplini olduğu için bir takım zorluklara, mahrûmiyetlere katlanmak gerekir. Bu nedenle “tasavvuf” kelimesi, “zorluklara katlanma” anlamına gelen “tekellüf” kelimesi ile aynı kalıptan gelmektedir. Buna göre “tasavvuf” kelimesinin yapısı (binası) “tekellüf” içindir; zorluklara katlanarak, bıkmadan ve usanmadan, adım adım, karış karış, ilerlemeyi, sabır ve tahammül göstermeyi gerektirir. Mesele mesele, konu konu, öğrenme anlamına gelen “teâllüm” gibi ince ve uzun bir yoldur. mânevî bir arınma için de rûhun bir takım disiplinlerden geçirilmesi gerektir.

Yüce Allah (c.c.) kitabında; Kim Rabbinin huzurundan (hesaptan) korkarak nefsinin arzularından alıkoyarsa, şüphesiz cennet onun varacağı yerdir(Nazirat, 40-41) buyurmaktadır. Tasavvufta da ruh sağlığımız için (mânevî arınma) uymamız gereken “üç azlık” (kıllet-i selase) prensibi vardır. Bunlar “az uyuma” (gece ibâdeti) “az yeme” (böylece uyanık ve zinde olma); “az konuşma” dili kötü ve gereksiz sözlerin âfetinden korumadır. Ruh disiplininin özünde “tezkiye” (nefsani arzu ve heveslerden temizleme) ve “terbiye” (ruh eğitimi) bulunan tasavvufi düşüncede mânevî bir arınma için bu prensipler hayati önem taşımaktadır.

Nefsini tanıyan rabbini tanır. İfâdesinde özetlenen bu disiplinde hedefe ulaşmak (Allah rızâsı) için, nefse hâkim olarak onu terbiye etmek; serbest kalsa bile kötülüğe yönelmeyecek şekilde uysallaştırmak gerekmektedir. Bağından kurtulsan bile harama yaklaşmayan doygun (mutmain) bir nefis gerekmektedir.

Kur’an da; Ey olgunluğa (ve doygunluğa) ermiş olan nefis! Sen ondan râzı ve O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Böyle iyi) kullarımın arasına katıl ve gir cennetime! (Fecr, 27-30) buyrulmaktadır. Bu sebeple Allah (c.c.) dostları “esir-î nefs olan derviş değildir” demişlerdir.

Tasavvufta ancak, nefis terbiyesine dayanan ve ilham, rüya, keşf gibi aklın örtülü olduğu hallerde doğru bilgiye ulaşılabilir.