Uşşâkî Vakfı’nın Tarihçesi
Uşşâkî Vakfı’nın Tarihçesi
Pîr Seyyid Hasan Hüsâmeddin-i Uşşâkî Hazretleri’nin bıraktığı mirasa sâhip çıkarak, tasavvuf yolunu, eserlerini, fikirlerini ve tüm mirasını daha sonraki nesillere aktarabilmek için Uşşâkî Vakıfları kurulmuştur.
İlk Uşşâkî Vakfı Hazreti Pîr’in oğlu, İstanbul kadısı Mustafa Efendi tarafından 1600 yılında kurulmuştur. Kadı Mustafa Efendinin Kabri, Hazreti Pîr’in kabrinin bulunduğu türbe içerisindedir. Bu Vakıf Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında kurucuların vefatı ve büyük deprem sonunda yıkılan külliyeden sonra devam edememiştir.
İkinci Uşşâkî Vakfı Osmanlı’nın son zamanlarına rastlayan dönemde, Tersane Emini Yusuf Efendi tarafından 6 hanım annemizin de iştiraki ile 1720 yılında kurulmuştur. Bu vakıf da, kurucuların vefâtı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan uygulamalar nedeni ile kendiliğinden hitam bulmuştur.
Cumhuriyet döneminde ise,üçüncü kez Uşşâkî Vakfı 1993 yılında Sıddîk Nâci Eren Efendi Hazretleri’nin talimatları ile M. Hikmet Önem ve Ferhan Önem tarafından kurulmuş ve halen devam etmektedir.
İlk kurulan Uşşâkî vakfı gibi aynı amaç ve gaye ile üçüncü kez kurulan vakıf, büyük hizmetlere tâlip olmuş ve olmaktadır.
Yurt çapında yaygınlaşarak, günümüz tanıtım araçları ile de tüm dünya sathında Hazreti Peygamberin torununa yakışır bir şekilde tanıtım ve hizmetlerine devam etmektedir.
İlmi araştırmalar yapılarak, sonucundaki bilgilerle konu ile ilgili kitap yayınları devam etmektedir. Binlerce fakir aileye gıda, yakacak, burs ve nakdi yardımları ile kamu hizmetlerini en ileri dereceye ulaştıran vakıf çalışmaları, aş evleri, sağlık ocakları, barındırma gibi hizmetleri de en üst derecede gerçekleştirmektedir.
Ayrıca, tasavvuf müziği ve sema gurupları kurarak İslam ve Türk kültürüne de hizmet etmektedir.
İstanbul Kasımpaşa’da bulunan Hazreti Pir’in türbe ve külliyesi, tarihteki görümüne tekrar kavuşturularak Asitâne-i Uşşâkî’nin (Uşşâkî Merkez Dergâhı) restorasyonu 2004 yılında tamamlanmıştır.
Osmanlı içtimâî hayatında tekkeler birer mânevî terbiye merkezi olarak oldukça yaygın birer müessese idi. Buralar, halkın “şifâhî kültür”ü aldığı ve ahlâkî olgunluk kazandığı birer merkez durumundaydı. O kaynaktan fışkıran mânevî feyz de, vakıf tesisini ve içtimâî dayanışma ve yardımlaşmayı had safhaya ulaştıran ciddî bir müessirdi. Esâsen bu müesseselerin kendileri vakıf olduğu gibi, oralarda mânevî terbiye alan pek çok kimsenin de, kazandıkları vasıflarla başka yerlerde birçok vakıf tesis ettikleri, tarihin sayısız şehâdetiyle sâbittir.
O derecede ki, bu feyizli hayır faaliyetlerinin neticesi olan müesseselerin pek çoğu, bunca ihmâle rağmen hâlâ varlığını sürdürmekte ve bugünkü cemiyetin yaralarını sarmakta da en esaslı müessirler olarak devam etmektedir. Câmiler, çeşmeler, askerî kışlalar, hastaneler, hattâ içtiğimiz sular ve daha isimlerini sayamadığımız nice hayır hizmetleri, onlardan bugüne kalan muazzez emânet ve hâtıralardır.
NOT: Aşıkane Dergisi 19.sayısından alınmıştır.